7 Mart 2012 Çarşamba

Halet-i Ruhiye...

Ruhumun gettolarına girmeye korkuyorum bu aralar. Bundan mıdır dinmek bilmeyen öfkem? Pandora'nın kutusu gibi gizemli, açıldıkça farklılaşacak, ortaya çıkacak yüreciğimin en ücra noktasına süpürülmüş, süpürülmeye devam eden problemler, kederler... Matruşka gibi, büyükten küçüğe doğru mu sıralanır acaba yoksa giderek devleşen bir hal mı alır, bir kere dillendirilince, belirince... İşte bunun ayırdına varamıyorum bir türlü!

Keşke, acemice ama bir o kadar da hevesle ses çıkarmak için uğraştığım flütüm gibi olsaydı hayat! "Tü" deyince büyülü sesler verseydi o grift yapısından ve başını döndürseydi herkesin... Tıpkı doğum günü pastamın üzerine konulan mumları bir nefeste üflediğim gibi, püf dediğimde uçup gitseydi tüm hüzünler! 

Keşke şifa olsaydım, can olsaydım babam için... Keşke, "keşke" demekten bu kadar yorulmasaydım...

19 Şubat 2012 Pazar

Mumlar sönünceye, hayat bitinceye kadar…


Dün gece, ambians oluşturma çabası ile yakmış olduğum on adet mumdan, kalan ikisinin ışığı çağrıştırdı birşeyler kaleme almayı… Tabir klişeleşmiş tabi, kaleme almak nerdeee, klavyeye bakmayı, harflere statik dokunuşlarda bulunmayı demeliydim…

Sönmeye yüz tutan iki mum tükenene kadar geçen bu süre zarfında neler yapılmazdı ki, neler yaşanmazdı, yaşatılmazdı… Tıpkı bizlere çok uzun gelen, oysa ki göz açıp kapayıncaya kadar son bulan kısa yaşamlarımıza sığdırmaya çalıştığımız pek çok şey gibi…

Önceliklere göre, kronolojik bir sıra yapalım haydi; unutulanlar, gözden kaçanlar gücenmesin ama hiç, nasılsa yaşanması gerekenler yaşanacak bir bir... Sadece, bir kuşun kanadı gibi çırpına çırpına atan yüreciğimden, tez canlılıkla geçirdiklerim bunlar, olsa daaa, olmasa da.

  1. Sağlık, şifa, umut, ümit, sabır,
  2. Advance Alpha 5’e sahip olma akabinde patlıcan moru kanatla yapılan çılgın uçuşlar (kıskananların mosssmor olduğuna tanıklık da cabası),
  3. Sesimi kitlelerle paylaşma, yan flüt işini kıvırma,
  4. Tezzz, anti tez, sentez! Biter mi? Bitmezzzzzz, görücezzzz!
  5. Bahsetmekten çekindiğim “orphan disease” ile ilgili bir gayret, bir şeyler gerçekleştirme arzusu, ama en çok da farkındalık yaratabilmeyi isteme,
  6. Yurt dışında eğitimime devam etmek, doktorayı mümkünse beni kabul edecek bir ecnebi diyarında tamamlamak,
  7. Akademiklik, illaki üniversitede olma,
  8. Ailemin gelişi ile anlamlanacak, şenlenecek Ankara’da eşsiz bir yaşam sürebilme gayreti, gayesi,
  9. İkinci, üçüncü, sayısız kez teyze olma isteği,
  10. Desti izdivacına nail olabileceğim bir eş aday adayı bulamayacağım inancından hareketle, hep çalışma, çok yorulma, proje, proje, daha çok proje! Benim için AB, müzakere edilemeyecek kadar yakında, içselleştirdim bile, girdim gitti!:)
  11. Topaç yeğenimin ilkokula başladığını görmek, minik ellerinden tutmak ve okula götürmek...
       Daha neler neler var yapmak, görmek, yaşamak istediğim. Ama dedim ya, sönmeye yüz tutmuş iki mum ışığı kadar sürem var diye, şimdilik bu kadar, bekleyelim bakalım büyük bir iştahla gelen günleri ve getirdiklerini...


16 Şubat 2012 Perşembe

Halka tatlısı, bağlar mı hayatları?

Malumunuz iki gün önce meşhuuur sevgililer günü idi. Bendeniz, sevgilisi varken bu günü kutlayıp çiçek böcek alınması fikrini destekleyen, sevdiceği olmayınca da öfkeden kudurup kıskançlık krizine giren, niye kutluyorlar bu anlamsız günü diyerek çamur atan bir insan olmadım hiç. Külliyen karşıyım kutlanmasına, her koşulda... Çünkü sembolleştirmeye karşıyım değerleri, ondandır maruzatım!

Bahsi geçen günde ofisten çalışma arkadaşım, Ankara Beşevler'de, eve dönüş yolunda, gördüğü insan yığını/kuyruk ile irkildiğini söyledi. Lapa lapa yağan karın altında, dakikalarca beklemek zorunda kalan insanların klasik doğalgaz alabilmek için sıraya girdiğini düşünmüş. Biraz daha dikkatle bakınca, bekleyenlerin hepsinin erkek olduğunu fark etmiş ve o anda kuyruğun bir çiçekçinin önünde uzayageldiğinin ayırdına varmış! Hepsi "görev aşkıyla" orada beklemekteler tabi, zira sevdiceklerine bir buket çiçekle gitmeyen, kendini göz göre göre giyotinin keskin ve soğuk çeliğini deneyimlemeye bırakacaktır (teşbihte hata olmaz), tartışılmaz...

Tam bunları düşünerek eve geldiğimde, karşı komşum kapımı çaldı ve elinde bir tabak halka tatlısı ile geldi. Bilen bilir, sokakların tatlısıdır kendisi, ucuzdur, hızlıca bir kağıda sarılıp hemen tüketilmeye hazır olması sebebiyle çatal bıçak gerektirmeksizin yenmesi işlevselliğini ortaya çıkarır. Komşum sevgililer günü hediyesini benimle paylaşmak istediğini söyleyince ayrıca mutlu oldum. Birkaç nedeni var tabi mutluluğumun:

1. Yalnızlığıma ortak oldu, daha ne olsun:)
2. Eşim bana koca bir buket çiçek almış ya da ofıs arkadaşlarımı bir bir çatlatacak kadar güzel bir demet çiçek gönderdi eşim işyerime gibi replikler duymadığım için çok mutlu oldum,
3. Kocası eşinin halka tatlısını çok sevdiğini bildiği için, gidip yaşadığımız muhitte öncelikle bir fizibilite çalışması yapmış, piyasayı araştırmış en tazesini, en güzelini 14 Şubat'ta nereden bulurum da alırım diye. Burada bir parantez açmak lazım tabi, sokak tatlısı dedik, sokakta bulunur alınır ne araştırması diye düşünebilirsiniz lakin Ankara'nın görece elitist semtlerinden birinde yaşadığımız için sokakta bulunmuyor:)

Kısaca emek harcamış, kafa yormuş, araştırmış ve hedefine ulaşmış! Soğukta, sürüye uyup bir demet çiçek için bekleyeceğine, halka tatlısı ile eşinin yüzünde GÜLLER açtırmış, yetmemiş dolaylı yoldan komşusunun da sevgililer gününü kutlamış, onun da ağızına bir parmak bal çalmış. (Komşusu yalnızken, sevdicekleriyle keyif yapan bizden değildir buyurulmuştur:))

12 Şubat 2012 Pazar

Kelaynak kuşu


Çok fazla alışveriş yapmayı sevmemekle birlikte evle ilgili alet edevatın satılan dükkanları genellikle transit geçerim. Niyeyse yaşadığım ev kendime ait olmayınca, süsleyip püslemenin çok da manalı olmadığını düşünürüm ki ne kadar yanlış! Bu anlayıştan giderek uzaklaştığımın göstergesi olarak dün English Home mağazasına uğradım.



Müşterinin dikkatine çekmek, son dakikada bir şeyler daha satmak amacıyla kasaların yanında yerleştirilen ufak tefek objeler vardır mağazalarda, süper satış taktiğidir, özellikle tüm kadınlar bunu bilir. Ben genelde bu tongaya düşmem, oltaya gelmem ama gördüğüm şeyler gerçekten hoşuma gitti bu sefer, yenilikçi ve yaratıcı geldi, üstelik katma değeri de var! (Projeci jargonu, mesleki dejenerasyon:))

Gelelim ne satın aldığıma. 3'lü kuş motifi! Aman da ne var bunda demeyin, objeye yerleştirilen etiket gerçekten çok açıklayıcı ve satın
almamı sağlayıcı bir faktördü. Zira şöyle yazıyordu: "Nuh Peygamber, tufandan sonra Ağrı Dağı'na geldiği zaman 3 kuş türünü serbest bırakmış; barış için güvercin, yeni bir çağ için kırlangıç ve bereket için kelaynak kuşu... Soyu giderek tükenmekte olan kelaynak kuşunun bereket getirdiği inancından hareketle satın aldığım bu güzel objeyi evimin en nadide yerine asmaktan mutluluk duydum. Sevdiklerinize vereceğiniz güzel bir armağan olabilir.

Retroseksüelite ve yansımaları...

Kim derdi ki gün gelecek, kadınlığımdan utanacağım, mahcubiyet duyacağım, üstelik de janjanlı bir ismi olan, her telden insanın geldiği bir kuaför mü berber mi anlamlandıramadığım bir dükkanda!

Her şey aile saadeti ile başlayan, tatil modunda alışveriş merkezi gezmece ile şekillenen bir günün bitmekte olan son çeyreğinde vuku buldu. Sevgili "elder sister" ım, topaç yeğenimin saçını kestirmek istediğini, bundan kelli hazır gelmişken, alışveriş merkezindeki "Tom&Jerry" de bu işlemi gerçekleştirebileceğini beyan etti. Ben dükkana girmeye dahi çekinirken, ki onlar girer girmez, kendimi bir yapı markete attım (anlayın profilimi:)) sisterım ve yeğenim farklı bir yaşantının pençesine düşmüşlerdi bile!

Döndüğümde, dükkanın önünden geçer gibi yapıp, "bir arkadaşa bakıp çıkacağım" gibisinden şöyle bir kafamı uzattım ki, o ne Allah'ım! Mahşer yeri gibi mübarek, bir de haremlik selamlık yapmışlar, ben de küçücük yeğenimi arayacağım diye ecel terleri döktüm mü! Hayır bir de insanlar girer girmez benim bir yıldır kesilmeyen, Rapunzel'i çatlatacak saçlarıma, alınmamış kaş ve bıyıklarıma bakar olunca, işte o anda tiksintiyle karışan utanç sardı tüm vücudumu...

Tam ben buraya ait değilim derken, yeğenimi gördüm ve onun kuş kadar saçıyla yarım saat kadar uğraşan saç tasarımcısı arkadaşı! Topacım kaynakçı gibi, gözlerini haşin saç tellerinden koruyan plastik bir gözlükle adeta dış dünyadan soyutlanmış gibiydi!!! Beni gördüğünde ise; teyzecim çek çıkar beni bu hayattan der gibi baktı, içim cızzzz etti...

Anlatacaklarımın özünde, yeğenim üzerinden erkek milletinin geldiği durumla ilgili birkaç eleştiri var aslında... Şöyle ki, bundan birkaç yıl önce, özellikle Milenyumun ilk birkaç afilli yılında tartışılagelen bir kavram vardı hatırlarsınız: Metroseksüellik! Hani en son Homo Saphiens aşamasında bıraktığımız türün giderek bakımlı, temiz, titiz hale geliyor oluşu var ya. İşte o 2012'de retroseksüellik kisvesine bürünmüş bence. Zira yeğenimin saç tasarımının bitmesini beklerken, koca koca adamların geçtiği işlemleri görünce, üstelik adamların bayağı bayağı KELli felli, pala bıyıklı, Muhteşem Yüzyıl setinden çıkma tipler olduğunu fark edince dedim bu retroseksüellik kesinnnn.

Yaptırdıkları işlemler kısaca şöyle idi: Parmak arası terliklerden çıkan 45 numara ayaklara pedikür, küçük Emrah stayla kaşın orta ve alt çeperlerinin temizlenmesi, yaba gibi ellere itina ile yapılan manikürrrr. Üstelik çıtı pıtı asistan kızlar adamlara isimleri ile hitap ediyordu ki bu onların sürekli müşteri olduğu anlamına gelir, aman sabahlar olmasın. İşte tam da bu noktada, erkekler sectionında evladını ve yeğenine bekleyen iki kadın müsveddesi olarak ben ve ablam, yenmiş tırnaklarımıza, yağlı saçlarımıza bakarak yerin dibine girdik. O an, retroseksüelliğin kazandığı, hakkımız olan süslenip püslenme alanının karşı cins tarafından işgal edildiğini anladığımız andı. Üstelik ablam da bu furyanın kurbanı olmuş, giderayak el kadar yeğenimi çarkın azgın dişlileri arasına soktuğunu belirtmişti. "Helali hoşşş olsun çocuğuma, süslü püslü misss gibi oldu, ayda bir getiririm artık" diyerekten...

11 Şubat 2012 Cumartesi



Neydi geçtiğimiz günlerde bana daha yeni yeni açılmakta olan hipermarket kavramını ve marketten alınan taptaze Macar salamının kokusunu hatırlatan? Tabi ki çok kısa süreliğine tanıdığım, sadece birkaç yıl gördüğüm ve evini ziyaret ettiğim ama buna rağmen mavi gözlerinde kaybolduğum, babamın yaşam kaynağı canim dedemin ölüm yıl dönümüydü. Ne kadar az şey hatırlıyorum onunla ilgili, ne kadar silik hepsi de, yalnızlığı, hastalığı, kurguları, kuruntuları, akşamdan akşama içilen bir duble rakısı ve evindeki teneke bisküvi kutusundan eksik etmediği tuzlu bisküvileri… Nasıl da şahsına münhasır, nasıl da Karadeniz gibi hırçın ama nasıl da bir o kadar İstanbul beyefendisi idin sen. Gelinini, öz oğlundan bile daha çok severdin, yeri geldiğinde, korurdun! Sözcüklerinin arasına eklediğin be yav, kerkenez, hıyar ağası gibi tabirleri sonra ne çok söyledi oğlun biz evlatlarına bir bilsen. Biz de kendi ailelerimize, kendi evlatlarımıza senden devraldığımız jargonu, tavrı, tüm mirası aktaracağız belki de, ne güzel.

Seni çok az tanımış olsam da, ruhumun derinliklerinde hissedebiliyorum dedeciğim. Belki de senin geride bıraktığın oğlun benim de canim babam da artık yaşlandığı için, daha da özlemle, hasretle anıyorum seni, anlıyorum hatta. 

Umarım huzura kavuşmuşsundur gittiğin yerde, seni çok özlüyorum.
3 numaralı torunun…
Yepyeni, bomboş bir sayfa açmanın ve onu yaşantılarla renkli, cıvıl cıvıl hale getirecek olmanın doyumsuz heyecanı ve mutluluğuyla... Hoş geldim!